12 Aralık 2020 Cumartesi

İstanbul Maratonu 2020.. Karantinadan Çıkan Zafer..



"Sonuna kadar gitmeyeceksen gitmenin ne anlamı var." Joe Namath



Hepimiz için çok garip bir sene oluyor. Plan yapmayı geçtim evden çıktığımızda bile pişmanlık duygusu peşimizi bırakmıyor. Mart ayından beri ne zaman biteceği belli olmayan bir belirsizliğin içerisindeyiz. Böyle bir dönemde özellikle Haziran ayından beri kendimizi hazır, motivasyonumuzu yüksek tutmaya çalışıyoruz. Bu sene büyük oranda da bunu başardığıma inanıyorum. 



Runatolia'da yarı maratonu koştuktan sonra Efes Ultra Maratonu için yola çıkmak için hazırlık yaparken yarışın iptal haberi geldi. Ve arkasından bütün yarışlar seri halde iptal oldu yasaklarla birlikte. Yaklaşık 3 ay evden dışarı çıkıp koşma fikrini kenara koyduk. Bu dönemde Adidas Runners hocalarımızdan Halil Kılıç bizi kuvvet antrenmanları ve kendi tarzıyla çok iyi motive etti sağolsun. Runatolia'da da beraber koşmuştuk ve çok eğlenmiştik kendisiyle. Yasaklar başlarken acele edip bir de trainer aldım eve. Böylece bu dönem koşamasak bile hem kuvvetlendik hem de bisiklet antrenmanlarıyla kendimizi formda tutmayı başarabildik. Arada ufak triatlon denemeleri için otoparka inip orada koşmuşluğum da var. Tabi yaptığımız antrenmanların yerini tutmuyor. 



Haziran ayında yasaklar esnemeye başlayınca Aydos ormanı, Kartal ve Caddebostan sahillerine hızlı bir iniş yaptık. Maltepe'de atletizm pistinde de intervallere başladık. Hedefimiz ilk etapta Ağustos ayında yapılması planlanan İznik Ultra Maratonu idi ancak yarışa yakın seneye ertelendi o da. Böylece benim hedefim olan 3 yarış kalmıştı sadece. Eylül'de İstanbul Yarı Maratonu, Ekim'de Kapadokya Ultra 63 km ve Aralık'ta İda Ultra Maratonu koşacaktım. Ama ilk hedef olarak yarı maratonu belirlemiştim ve hedefim 1.30:00 altında koşmaktı 21,1 km mesafeyi. Daha sonra Kapadokya'ya gidecektik. 



Ancak yarı maratona 1 ay kala Kapadokya'dan da bu sene yarışın olmayacağı haberi geldi. Bu haber beni hem üzdü hem de bir fırsat yarattı. Yıllardır koşmak istediğim ancak sakatlıklardan dolayı kendimi hazır hissedemediğim maratonu koşmak için bu bir mesajdı. Böylece hedefimi güncelledim. Koşuya başladığım günden beri en büyük hayalim olan maratonu hem de kendi şehrimde koşacaktım. Hem de pandemi döneminde. Hem de bu sene ilk ve son defa köprüden iki defa geçilecek parkurda koşacaktım. Koşacağım ilk maraton özel olmalıydı ve bu sene bence maratonu özel kılacak tüm şartlara sahipti.



Mart ayından itibaren evde çalışmaya geçtiğimiz için zaman daha çok bize kalıyordu. Bu da iş dışında spora ayıracağımız zamanı ve motivasyonumuzu çok arttırdı. Yaz aylarını baya yoğun bir antrenman programıyla geçirdim. Hem daha hızlandığımı hem de mesafelerim arttığı için dayanıklılığımın arttığını görebiliyordum. Yarı Maraton'da Tarık da bana pacer olarak eşlik edecek 1:30:00 için destek olacaktı. Çok da iyi bir hazırlık dönemi geçirdim ancak son yükleme dönemim olan son 20 gün içerisinde sağ bilek tendonumda kalınlaşma oldu. Hem antrenman tempomu hem de motivasyonumu ve güvenimi kırdı bu sakatlık. Yine de bir şekilde sakatlığı atlattım kendimi toparladım ve ilk hedefime ulaşmak için start çizgisine geldim. 



Bu pandemi döneminde İBB Spor AŞ gerçekten müthis bir iş çıkarmıştı. Alınan önlemler ve start düzeni muhteşemdi. 2000 kişiyle koşulacak İstanbul Yarı Maratonu güvenli bir şekilde başladı. Tarık'la beraber başladık. Sağolsun beni yarışta tutabilmek için çok destek verdi kardeşim. Aslında neredeyse sona kadar da gelmiştik. Hedeften biraz sapmıştık ama 1:32:00 altında bir dereceyle bitirecektik. Son 20 gün yapamadığım antrenmanlar beni burda vurdu işte. 19.km de yarışın bitmesine sadece 1,5km kalmışken sağ arka adelem sertleşti ve kramp girdi. Kalan mesafeyi maalesef yürüyerek bitirmek zorunda kaldım. Hem bana bu kadar destek veren arkadaşıma mahcup hissettim kendimi hem de hedefime ulaşamamış olmak çok moralimi bozdu. Yine de yarış bittikten sonra o kadar çok o kadar güzel destek mesajları aldım ki gerçekten tüm arkadaşlarıma aileme teşekkür ederim. Toparlanmam da çok hızlı oldu böyle olunca. 



Maratona 7 hafta kalmıştı artık. Kalan 7 haftayı çok iyi değerlendirmeli ve yarışa bu sefer hazır olarak çıkmalıydım. Bir maratonu yarış sabahı koşmazsınız. Maraton kendisinden önceki 16 haftalık süreçtir bence. 1000km üzerinde antrenman, mental hazırlıklar, 30 km üzerinde yapılan uzunlar derken çileli bir süreç. Bu zamana kadar koşamama sebebim zaten bu hazırlık sürecine bile hazır olamamış olmaktı. Ama bu sefer kararlıydım koşmaya. Hep o finishe 300 metre kala başlayan bitirme duygusunun heyecanını yaşıyordum içimde.



Şanssızlık yine yakamı bırakmadı sağolsun ve sağ baldırımda sertleşme olmaya başladı. Hemen fizyoterapiste gidip müdahale ettim bu sefer. Gökberk hocam sağolsun oradaki sıkışmayı zorlu bir seans sonucunda acı çektirerek de olsa açmayı başardı. Çok minnettarım kendisine. Hızlı bir şekilde ara vermeden çözmüş oldum sakatlık sorununu. Eğer zamana bıraksaydım muhtemelen hazırlık sürecim büyük yara alacaktı. 



Sakatlık iyileştikten sonra hazırlıklara da tam gaz devam ettim. Arka arkaya üç hafta 32-35-35 km lik üç uzun antrenman yaptım. Bunlar büyük moral ve dayanıklılık oldu. Salomon antrenörlerinden Faruk Kar hocam sağolsun o da bu süreçte antrenman programıma katkı vererek büyük destek oldu bana. Haftaiçi yol ve pist antrenmanları, intervaller, haftasonu uzunlar derken bir sürecin sonuna doğru geliyorduk artık. Heyecan iyice tırmanmaya başladı.



Bu dönemde insanın en büyük motivasyonu yakınlarından gelen destek oluyor. Sevgili eşim Sinem maratona az bir süre kala bana yarışta giymem için Nike'tan beyaz Pegasus 37 model bir ayakkabı hediye etti. Bu beni çok mutlu ettiği gibi heyecanımı ve bir an önce yarışı koşma isteğimi de inanılmaz arttırdı. Yıllardır beraber koşup antrenman yaptığımız hatta koşuya aynı dönemde Adım Adım Florya'da beraber başladığımız Utku da maratonda beni yalnız bırakmayacağını ve yarışı benimle beraber koşacağını söyledi. Çok fena bir İstanbul Maratonu bizi bekliyordu artık :)


Bundan sonra koşarsam eğer koşacağım maratonlarda ne hissedeceğimi bilmiyorum. Belki de abartıyorum herkes aynı hislerde olamayabilir ama maraton benim için çok özel bir hayaldi yıllardan beri. Vefa Stadı'na çıkıp ilk koştuğum gün hem 3km mesafeyi zor koşmuştum hem de bugünleri hayal bile edemezdim. Daha 4 sene önce tek isteğim 10km mesafeyi 1 saat altında koşabilmekti. Sonra yarı maratonlar, 38 km lik ultra maratonlar derken geldiğim nokta benim için çok özel anlamlar taşıyor. Kendi sınırlarımı bu kadar zorlamak, kendimin bu kadar farkına varabilmek peşinden daha büyük hedefleri getiriyor. İnsanın en büyük savaşı önce kendisi sonra rakipleri ile..



Bundan 2 sene önce 4 saatin altında maraton koşabilsem büyük iş yapmış olurum diyordum. Ama ilk maratonumda hedefimi 3.30:00 dk süreye koydum. Bütün hazırlık ve antrenmanlarımı da bu süreye göre yaptım. Daha iyisini de yapabilirdim tabi ki ama ilk defa koşacağım bir mesafede 35.km den sonra ne hissedeceğimi bilemezken daha gerçekçi bir hedef koymalıydım. Bu sebeple de 3:30:00 yapılabilir bir hedefti bizim için. Utku'nun da en iyi derecesi olacaktı. 



Yarışa 2 gün kala kit dağıtımı başladı. Gidip göğüs numaramı ve tshirtümü aldım. Artık yarış için herşey hazırdı. Yeni açıklanan parkur biraz zorlu gözüküyordu yarıştan önce. Barbaros yokuşunu tırmanıp köprüyü geçecek sonra Altunizadeye kadar tırmanmaya devam edip tekrar aynı yoldan Beşiktaşa kadar geri inecektik 10-25.km ler arası. Dolayısıyla stratejiyi doğru kurmak çok önemliydi. Yarışa 5:00 pace (dk/km) ile başlayıp yine öyle bitirmemiz lazımdı. Hava tam istediğimiz gibi olacaktı. 14 derece, bulutlu ve rüzgarsız!


Yarış gecesi çok heyecan bastı gerçekten. Gece 2 ye kadar uyku tutmadı. Bütün haftasonunu mental konsantrasyon ile geçirdim. Yarış kıyafetlerimi hazırladım, kullanacağım jelleri tek tek dizdim. Yarış boyunca 5 jel kullandım. Her 40 dakikada 1 jel kullanacaktım. 4 ü elektrolitli son jel ise kafeinli idi. 11-24 ve 41.km lerde Sinem ile Yasemin bizi karşılayacaklardı. 24.km de bize vermek için Sinem bize izotonik bir karışım hazırladı. Yaklaşık 3 buçuk saat parkurda kalacağımız için doğru beslenmemiz, susuz kalmamamız ve kasları rahatlatmak için izotonik sıvıya ihtiyacımız vardı. Sinem'e hangi km den saat kaçta geçeceğimizi dakika dakika söylemiştim. Avucumun içine km geçişlerimizi yazdım. Yarış içinde doğru hedefte gidip gitmediğimizi ve sapmalarımızı görecektik. Geceden yazdığım için sabah silinmişti terden ama onu da heyecana verelim. Zaten ezberlemiştim süreleri :)





Yarış sabahı 5:30 da uyandım. Kahvaltımı ettim. İhtiyaçlarımı giderdim ve Kartal'da oturan arkadaşım Hakan ile yola çıktık erkenden. Marmaray ile direk Yenikapı'ya geçtik. Erkenden orda olduk. Arkadaşlarımızı gördük. Son kritiklerimizi yaptık. Adım Adım'dan arkadaşlarımızla karşılaştık sabah. Herkes hedeflerini anlattı. Birbirimize başarılar diledik ve starta doğru geçtik. Yarı maratondaki gibi yine çok başarılı bir organizasyon vardı. Gerçekten emek veren herkese tek tek teşekkür etmek lazım. Maskelerimizle her 5 sn de bir 4 kişi başlayacak şekilde start kornası çaldı.



Erhan, Utku ve ben beraber start aldık. Erhan da yine Utku gibi koşu hayatımda iyi ki karşılaştım dediğim kardeşlerimden. Her zaman desteği ve arkadaşlığıyla umarım senelerce dostluğumuz devam eder. İlk 2 km beraber çıktıktan sonra Erhan yavaşladı ve arkamızdan geleceğini söyledi. Biz Utku'yla çok keyifli başladık yarışa. Galata Köprüsü'ne gelene kadar ilk 5km etrafımızda herkese laf atarak geldik. Ama tabi ki hızımızı ve enerjimizi de korumaya dikkat ettik. Köprü üzerinde çok sayıda fotoğrafçı olduğu için Galata'yı poz vererek geçirdik. Ayrıca Tarık ve Gökçe'de bizi köprü üzerinde karşıladı. 



Köprüyü bitirdikten sonra yine güle eğlene Beşiktaş'a kadar geldik. İlk 10km hedeflediğimiz gibi 50 dk civarında bitti. Artık sıra Barboros yokuşundaydı. Burada nabzımızı fazla yükseltmeden ama çok çok yavaşlamadan güzel bir tırmanış yaptık. Yokuşun sonuna yakın Sinem ve Yasemin karşıladı bizi. Sinem gerçi son anda farketti ama onları görmek moralimizi baya yükseltti. Bu maratonun en büyük artısı çok şehir dışına koşmadığımız için parkur üzerinde çok fazla destekçi ve sevdiğimiz arkadaşımızı görebilmek oldu. 



Artık Boğaziçi Köprüsüne dönmüştük ve maraton tarihinde ilk kez Avrupa'dan Anadolu'ya geçecektik. Köprü cidden zorladı rüzgarıyla ama en azından insan kalabalığı olmaması rahat koşmamızı sağladı. Köprü bittikten sonra da Altunizade köprüsüne kadar tırmandık ve burda da nabzımızı yükseltmemeye gayret ettik. Dönüşte artık iniş süreci başlamıştı ve ikinci kez Boğaziçi Köprüsüne geldiğimizde kontollü ve nabzımızı düşürmüş bir haldeydik. Köprü üzerinde 20km geçişi de planladığımız gibi 1:42:00 civarında oldu. Köprüden sonra Beşiktaş çıkışına kadar artık parkurun son çıkışı vardı ve burda bence yarışın büyük kısmını bitirmiştik. 



Daha sonra tekrar Barbaros yokuşuna geldik ve bu sefer inişe geçiyorduk. Parkurun bence en can alıcı kısmı burası. Çünkü yokuş tırmanmak ne kadar zorlasa da inişler çok daha önemli. Yokuşu indiğimizde daha 17km yolumuz olacaktı önümüzde. Dolayısıyla çok dikkatli inmeli ve kaslara zarar vermemeliydik. İnişte tabi ki Sinem ve Yasemin bizi bekliyordu. Hem moralimizi yükselttik, hem izotonik su takviyemizi aldık hem de fotoğraf çektirdikten sonra inmeye devam ettik. İnişte Selma ve Pınar da destek vermek için 200 metre aşağıdaydı sadece. O moralle Beşiktaş'a indik. Yolda sürekli tanıdık arkadaşlarımız bize moral veriyordu. Akaretlerde Bilal kardeşimin desteği çok iyi geldi. Stada doğru devam ettik.



İnönü Stadı, Karaköy, Galata Köprüsü derken destek çok güzeldi gerçekten. Hiç yalnızlık çekmedik. Galata Köprüsünde yine fotoğraflarımızı verdik ancak köprü bitişinde artık 30.km ye gelmiş ve yorgunluk yavaştan hissettirmeye başlamıştı. Ama hedef süremizin sadece 1dk gersinde geliyorduk. O da saatte 200m sapma olduğu için olan bir farktı. Tam Eminönünde yine Tarık, Gökçe, Serhan abi, Dilek ablayı gördük. Destekleri yorgunluğumuzu aldı ve Balat'a doğru devam ettik. Yol üzerinde koşu grupları cheer pointler kurmuştu. Burada da yalnız kalmadık. Balat da Murat karşıladı bizi. Yorgunluk artık baş göstermişti. fazla konuşmamaya, kalan enerjimizi doğru kullanmaya gayret ettik.  Balat'ı döndükten sonra artık son 8 km ye girmiştik. Burdan sonrası tamamen mental.



Eminönü'nü tekrar geçene kadar destek devam etti ama Sirkeci'den sonra finishe kadar artık birbirimize destek olmak zorundaydık. Bacaklar belli bir süreden sonra artık otomatik hareket ediyor. Yavaşlamak istesen de yavaşlayamıyorsun. Gühane'nin oralarda Utku yavaşlamak istedi. Dedim bu kadar geldik son 4,5km duramayız artık. Bu sefer son 3 km ye geldiğimizde ben az da olsa durup soluklanmak istedim. Bu sefer Utku durursak bir daha gidemeyiz dedi ve engel oldu. Ben en son 40.km deki su istasyonunda durmaya karar vermiştim artık. Su içerken nefes alıp güçlü bitirecektim. Utku durmayacağını söyledi. Açıkçası ben de suyu aldıktan sonra içimden durmak gelmedi ve 40km beraber geldikten sonra artık son 2km ye gelmiştik. 



Yenikapı'ya gelip köprü altından geçtikten sonra köprü çıkışında Sinem'i görünce artık yarışın bittiğine kanaat getirdim. O an hissettiğim sadece mutluluktu ve yarışı bitirmiştim. Daha önümüzde koskoca 700 metre vardı ama hiç önemli değildi. Bitmişti. Sinem'e bitti hareketi yaptım geçerken. Utku ile birbirimizi gazlamaya ve "bitirdik ulan" nidalarına başlamıştık. Artık finish düzlüğündeydik. Sağdan soldan gelen alkışlar, karşımızda finish tagi ve Utku'yla el ele verdik beraber başladığımız Maratonu 3 saat 31 dakika 50 saniyede yine birlikte bitirdik. 



Beş aylık emeğimiz karşılığını bulmuştu. İlk maratonumu gayet güzel bir dereceyle, çok keyifli bir sürecin sonunda bitirmiştim. Pandemi olmasa annem ve babam da yanımda olacaktı ama telefonumu alınca ilk onları aradım. Çok mutlu oldular. Bir hayalim daha gerçeğe dönüşmüştü. Sonra Sinem geldi. Sarıldık. Bu süreçte çok destek oldu bana başarılı olmam için. Tekrar çok teşekkür ediyorum ona. 



Artık kutlama zamanıydı. Utku, Yasemin, Sinemle Beşiktaş'a geçtik. Selma da bize katıldı. Buz gibi biralarımızı yudumlarken sadece bu sürecin keyfini çıkardık. İptal olmasaydı beraber Kaz Dağlarına gidecektik ama bu sene son yarışımız olduğunu henüz bilmiyorduk. Sağlık olsun bu ekiple daha çok yarış koşarız.



Artık başka hedeflerimiz olacak. Seneye kısmetse Kapadokya'da 63km koşacağım. Ve belki 2022'de hedefi 3 saatin altında bitirmek üzere yurtdışında güzel bir maraton daha. 1:30.00 altında yarı maraton. Çalışırsak olur bence..


10 Ocak 2020 Cuma

Munih Yarı Maratonu 2019.. Bavyera Biralarının Dayanılmaz Hafifliği..

Bazı dönemler araya o kadar çok yoğun iş dönemleri giriyor ki neye nasıl zaman ayıracağımı şaşırıyorum. Yine öyle bir döneme girdim son 3 aydır. Yarışlar, antrenmanlar, iş hayatı derken inanılmaz bir 3 ay geçirdim. Tabi ki bu dönem yeni hazırlıklarla devam ediyor önümüzdeki aylar için. Bu yüzden de bir süredir yazamadım ama vakit ayırma sırası bloga da geldi artık.



Almanya Avrupa'da genel olarak ilgimi çeken ülkelerden değildi aslında ama bu sene Berlin'den sonra fikrim baya değişmişti. Şehrin düzeni, yaşam şekli, spora olan ilgisi benim için önemli bir nokta oldu. Hemen arkasından da Garanti Yatırım Koşu Takımı olarak bir yurtdışı yarışı ararken Münih bizim için biçilmiş kaftan oldu. Benim için de Almanya'yı biraz daha tanıma fırsatı. Olimpiyat düzenlemiş bir şehrin Olimpiyat stadında finish yapma fikrine kim hayır diyebilir ki?



Bu yaz bildiğiniz gibi bomba gibi geçti. Hazırlık sürecinde hem iyi yükleme, hem güçlenme derken çok iyi yarışlar çıkardım. Bir hafta önce 10k derecemi 41:41 gibi benim için eskiye nazaran çok iyi bir süreye çektim. Münih'e gelmeden üç hafta önce ise Çeşme gibi hem zorlu hem de rüzgarlı bir parkurda 1:41:12 gibi bir PB'ye imza attım. Artık Münih'te hedefim sadece ve sadece 1.40:00 altına inmek olmalıydı zaten. Bu sporu yapıyorsanız ve iyi hazırlanıyorsanız size mutlaka emeğinizin karşılığını veriyor.



Münih Maratonu hem koşu takımı olarak gideceğimiz ikinci yurtdışı yarışı olacaktı hem de Sinem'le ilk yurtdışı yarış organizasyonumuz. Kimbilir belki bir sonraki Ironman 70.3 olur :) Almanya sağolsun Berlin öncesi bana 3 yıllık vize verdiği için ilk defa bir yarış öncesi vize koşturmacası yaşamadım. Cumartesi sabahı erkenden uyanıp yola çıkmak için Sabiha Gökçen'e doğru yola çıktık. Uçağımız vaktinde kalkınca da öğle saatlerinde Münih'e varabildik. Ancak sırf pasaport için 1 saat üzerinde sıra bekleyince vaktinde gitmemizin bir avantajı kalmadı. 



Münih'te havaalanında indikten sonra şehre en kolay ulaşım tren ile. Sakın ola taksi, uber gibi diğer seçeneklere yönelmeyin derim. Biz kalabalık grup olduğumuz için de baya hesaplı bir grup bileti ile vardık şehir merkezine. Şehre ulaşınca da kişi başı 12 euro karşılığı aldığımız 3 günlük bilet ile ulaşım sorununu çözmüş olduk. Hemen otele yerleştik ve vakit kaybetmeden kitleri alabilmek için Banu ile buluşup Olimpiyat Parkı'na gittik. Şansımıza 3-4 gün boyunca hava da 20 derece ve üzerinde sıcak olacaktı Münih'te. Hem de bu mevsimde!!



Münih Maratonu'nu Berlin ile kıyaslamam gerekirse kesinlikle aynı tanınırlık ve büyüklükte bir organizasyon değil. Ama klasik Alman disiplini ile yapıldığı için aynı tutarlılıkta düzgün bir organizasyon. Çok hızlı bir şekilde kitlerimizi aldık ve güzel havada Olimpiyat parkında lezzetli bir WeissBeer içerek yol yorgunluğumuzu atmak istedik. Çünkü buradan yine hızlı bir şekilde 2 saat uzaklıkta bulunan Weissenburg kasabasına gidecek ve burada yaşayan Yücel abileri ziyarete gidecektik. Ancak bu saatten itibaren her şey ters gittiği için çok istememize rağmen gidecek treni biletini alırken 1 dk ile kaçırdık. Çok merak ettiğim bir kasabayı ve yıllardır evlerine gitmeyi çok istediğim akrabalarımızı görme şansını da kaybettik böylece. 



Treni kaçırınca önce MareinPlatz'a dönüp yemek yiyecek bir yerler baktık. Zaten Münih'te her yol neredeyse MarienPlatz'a çıktığı için buradan çok bahsediyor olacağım. Yakınlarda bulunan "Viktualinmarkt' da hem bir şeyler atıştırdık hem de birer bira daha içtik. Daha sonra Nürnberg'den gelen Tevfik ile buluştuk ve sohbet ettik. Sabah çok erken kalkıp gün içinde o kadar çok koşturmuşuz ki zaten çok da fazla dayanamayıp otele erken döndük. Sabah erken kalkacağımız için daha fazla direnmenin anlamı yoktu. Nefis Alman biralarını doya doya içmek için yarış sonrasını beklemeliydim zaten =)



Geceden kıyafetlerimizi hazırlayıp uyuduk ve sabah da erkenden yarış heyecanı ile uyandık. Kahvaltımızı ettik ve Banu ile buluşup yola çıktık. Amacımız hem erken gitmek hem de maraton koşacak olan Erhan'ı yarış öncesi motive edip moral vermekti. Ama heyecan mıdır dalgınlık mıdır bilinmez ters yöne giden trene bindiğimiz için yaklaşık 45 dk kaybettik. Biz alana ulaştığımızda maraton start almıştı. 10km koşusuna da yarım saat vardı. Sinem'le Banu son hazırlıklarını yaptı. Bende onlara şans dileyip fotoğraflarını çekmek için bir gün önceden belirlediğim bir noktaya geçtim. Oradan da stada döndüm ve hem stadın hem de yarışı bitirecek olan Sinem, Gülpınar, Banu ve Tevfik'in fotolarını çekmek için kendime göre güzel bir yer seçtim. Gerçi fotoları beğendiremedik ama neyse.. 



10k yarışını aramızda ilk bitiren Tevfik oldu. Sinem'in yaklaşık geliş derecesini tahmin edebiliyordum ama o daha da erken gelerek 55:00 civarında en iyi derecesini yakalamış oldu (Bu sene 50dk içinde bitirecek konuma gelecek eminim). Daha sonra Gülpınar ve Banu'da sağlıklı bir şekilde yarışlarını bitirdiler. Sinem'i çıkışta tebrik etmek için ve tabi ki bana şans getirmesi için çıkıp kapıda bekledim. Çünkü o geldikten sonra ben yarı maraton startı için English Garten'e gidecektim. 10k ve maratona göre benim yarışım farklı bir lokasyondan başlayacaktı. 



Yarıştan yaklaşık yarın saat önce startın oraya geldim. Adidas Runners tshirtüm ile koştuğum için farklı şehirlerde yaşayan AR koşucusu birkaç kişiyle tanışıp sohbet ettik. Fotoğraflarımı çektiler. İyi bir ısınma yaptım yarış öncesi ve start için önlere doğru bir yere geçtim. Daha önce de yazmışımdır belki ama tam bir karnaval havası oluyor yurtdışı yarışlar. Gayet eğlenceli bir start oldu. Hava dediğim gibi mükemmeldi ama Ekim ayında 23 derece sıcaklık belli bir mesafe sonrası sıkıntı da vermedi değil.



Gelişme döneminde olduğum için aslında her yarış hedefim bir öncekinden daha iyi bir derece tabi ki. Bu yarış için ise ana hedefim 1.40:00 altıydı yukarı yazdığım gibi. Ama aslında kendi içimde istediğim 1:35:00 idi. Yapabilecek gücüm de vardı aslında. Aslında diyorum çünkü 2019 bana yanlış yapılan bir yarış programının bir insan vücudunu nasıl yıprattığını çok iyi öğretti. Neyse 2020 yarış proramını ayrı bir yazıda işlemek üzere burada ara verelim. 



Start verildikten sonra çok sakin ve dengeli başladım yarışa. Gaza gelip bir anda hızlanıp kendimi yıpratmak istemedim. Asıl hedefim 4:30 ile başlayıp öyle de bitirmekti. İlk 10k 4:25 gibi bir ortalama ile bitti. Çok da rahattım. 10.km den sonra sıcak rahatsız etmeye başladı. Parkur da çok keyifli idi. Bir ara AR tshirtlü bir koşucu ile yanyana geldik. Münih'te yaşıyordu ve sıcaktan o da şikayet etmeye başladı. Benden daha hızlıydı daha fazla hızlanmak istemediğim için tempomu korudum ve beni geçip gitti birkaç dakika sonra.



Şimdi iki paragraf yukarı gidiyorum ve yanlış yarış programı burda kendini belli etmeye başladı. Daha bir hafta önce Bakırköy'de zorladığım kaslarım beni uyarmaya başladı. 13-14.kmler arası iyice yorgunluğu hissetmeye ve yavaşlamaya başladım. Hedefimi de 1:37:00 ye çektim bu bölgede. Sinem bana AR Münih'in 5km dönüşünde beklediğini söylemişti. Orada az da olsa enerji depolar son 5 km yi de o şekilde geçerim diye düşündüm. Ancak yavaşlamaya devam ettim. AR Cheer Point'ine çok coşkulu girdim hatta orada bulunan herkesi enerjimle hareketlendirdim diyebilirim. Bu beni 1 km daha götürdü ama 17.km artık duvar oldu benim için. Bacaklarım gitmiyordu. 



Son 4 km neredeyse işkence oldu ama 5:00 pace altına da gelmek istemiyordum. Zorlaya zorlaya son km'ye kadar geldim. Artık gerçekçi bir hedef olarak önümde sadece 1.40:00 altında bu yarışı bitirmek kalmıştı. Stada girene kadar gücümü korumayı bir şekilde başardım. Stada girdikten sonra bir anda enerji depolarım dolmuş gibiydi. Geçen sene Amsterdam'da yaşadığım gibi bir finish yapmak istemiyordum. Statlara olan ilgimi beni tanıyan herkes bilir ve bu muhteşem Olimpiyat Stadına yakışan şekilde güçlü bir şekilde bitirdim yarışı. 1.39:07 ile PB derecemi 2 dk geliştirmiş ve Berlin'de yapmak istediğim dereceyi 6 ay sonra gerçekleştirmiştim. İstediğim tam olmasa da mutlu hissediyordum kendimi. 



Zaten yarış bittikten sonra o kadar güzel bir bitiren büfesi kurulmuştu ki ne yiyip ne içeceğimizi şaşırdık diyebilirim. Erhan sağolsun çıkmamış beni beklemişti. O da hedefine ulaşmış ve maratonu 3:54:00 ile bitirmiş benden önce. Ben nefesimi toplayana kadar 3'er tane falan bira içmişizdir sahanın içinde :) Daha sonra fotoğraf çekile çekile ve bira içerek diğer arkadaşların yanına döndük.



Stadın hemen dışı Olimpiyat parkı olduğu için harika bir gölet, sıcacık bir hava ve sınırsız yeşil alan vardı. Yattık dinlendik ve sonra bira içip otele döndük. Yazının geri kalanı bira içmek üzerine olabilir zaten :) Yapacak bir şey yok. Burası Münih ve her dükkan enfes Bavyera biraları ile dolu. Biz de tadını çıkarttık.



Yarışın olduğu gün yani 13 Ekim, Sinem'le ilk buluştuğumuz günün 1. sene-i devriyesi olduğu için akşamı baş başa kendimize ayırmıştık. Daha önceden Galleria Ristorante adlı bir İtalyan Restoranına rezervasyon yaptırmıştım. Güzel bir yemek ve şarap ile bu geceyi kutladık. Restoran biraz pahalıydı ama bence böyle bir akşam için güzel bir seçimdi. Bu tercihi bir de Sinem'e sormak lazım tabi umarım o da beğenmiştir :)



Pazartesi bütün gün bizimdi ve Münih'i tam anlamıyla gezebilmek için tek tam günümüz bugündü. Biz de fırsatı kaçırmadık. Erkenden uyandık ve Sinem'le sabah koşusuna çıktık. Böyle ağır koşuların ardından ertesi gün yapılan düşük nabızlı bir 5-6k koşu hem sağlıklı hem de keyifli oluyor. Parkurda olmayan ama şehrin görmek istediğimiz yada göremediğimiz başka noktalarını da görme fırsatı. Ayrıca her gittiğim yerde kendi rotamı çizmeyi çok seviyorum. 



Koşuyu bitirdikten sonra Banu'yla buluştuk. Önce güzel bir kahvaltı ve sabah kahvesi. Marienplatz ve çevresinde güzel bir gezi yaptık. Kaufingerstrasse üzerinde bulunan dükkanları gezdik. Magnet aldık. Burada bulduğumuz 5 katlı bir spor mağazasından alışveriş yapmayı da ihmal etmedik. Buradan sonra da kendimizi direkt olarak English Garten'a attık. Ben zaten bir gün önce burada bulunan Biergarten ları görmüş ve hepsini hafızaya kaydetmiştim. Pazartesi de hava çok güzel olacaktı. Dolayısıyla bütün gün buradaydık.



Önce baya bir dolaştık parkın içinde. Yalnız park o kadar büyük ki saatlerce vakit geçirmemize rağmen ancak küçük bir kısmında bulunabildik. Daha sonra start noktasına yakın gördüğüm ama beni çok etkileyen bir yerde oturduk. Münih'te bir çok yerde bira bahçeleri var. Özellikle yazın hava güzel olduğunda buraların açıldığını ve çok dolu olduğunu söylemişlerdi. Şansımıza havadan dolayı da Ekim olmasına rağmen her yer açıktı. Patates kızartmalarımızı ve biralarımızı alıp afiyetle vakit geçirdik. Buradan sıkılınca parkın başka bir noktasında bulunan ve göl kenarında yer alan başka bir bira bahçesine geçtik. Hava o kadar sıcaktı ki ya da ben o kadar çok içmiştim ki üzerimi çıkarttım ve güneşlenerek bira içmeye devam ettim. Zaten bu yaz pek yanamamıştım iyi oldu :)



Akşama kadar burada vakit geçirdik. Daha sonra cadde üzerinde biraz dolaşıp önce Marienplatz'a daha sonra Viktualinmarkt'a döndük ve çok lezzetli deniz ürünleriyle bir akşam yemeği yedik. Bu yemeği neden daha önce yemediğimiz ve bu son akşamımız olduğu için biraz hayıflandık ama yapacak bir şey yoktu. Daha sonra pub tarzı başka bir mekana gittik. Pazartesi akşamı olduğu için çok sakindi her yer. Keyifli bir şekilde otelimize döndük. 



Salı sabahı da çantalarımızı hazırladık ve yine merkezde kahvaltı ettikten sonra havaalanına doğru yola çıktık. Bir macera daha sona ermişti. Ve ben Münih'i bir şehir olarak çok sevdim. Berlin de güzeldi ama Münih daha sıcak bir şehir olarak geldi bana. Güzel anılar biriktirmeye devam ettik. 


1 Kasım 2019 Cuma

Cappadocia Ultra Trail (CST) 2019.. Sinem'in Hikayesi..

Herkese selaam :) Bu sefer Semih yok. O'nun blogunu sadece bu yazı için ödünç aldım. Daha doğrusu verdiğim mücadeleden dolayı bana "Kapadokya senin yarışın oldu. Sen yazmak ister misin?" deyince bende şaşkın bir şekilde "Tamam" dedim. Ben kim miyim? Bunu aşağıda açıklayacağım:) Semih kadar güzel yazamayabilirim ve sadece kendi yaşadıklarımı anlatabilirim. Çünkü ben patika tecrübesi az amatör bir koşucuyum. 



Gelelim efsunlu yer Kapadokya'ya. Buradaki eşi benzeri olmayan doğal güzelliğin içinde koşmak, koşarken Kapadokya'yı izlemek ve keyif almak için her sene bu yarışa gelebiliriz. Biz Semih ile bu yarışı tam bir sene öncesinden planladık ve kayıtlar açılır açılmaz kayıt olduk. Salomon Cappadocia Ultra Trail, Türkiye'nin en büyük ve uluslararası ultra maratonu. Aynı zamanda dünyada Ultra Trail World Tour kapsamında koşulan sadece 20 yarıştan biri.



Kapadokya'ya gideceğimizi söylediğimiz zaman daha önceden giden herkes "Çok beğeneceksiniz. Parkur da organizasyon da şahane." demişti. Öncelikle organizasyon çok iyi planlanmış, herşey düşünülmüş ve ayarlanmış. Bu nedenle biz de dahil konuştuğumuz herkes hem organizasyondan hem parkurdan memnun bir şekilde hiçbir sorun yaşamadan evine döndü. 



Uçak biletlerimizi Kayseri Havalimanı'na Cuma akşam gidiş ve Pazar akşam dönüş olarak aldık. Ancak önümüzdeki sene kesinlikle Cuma sabahtan gitmeyi düşünüyoruz. Çünkü çok güzel bir etkinlik ortamı var. Tanıdıklarınızla ve tecrübeli koşucular ile sohbet etme imkanı, makarna partisi, ortama uyum sağlama, çevreyi tanımak önemli. Zaten çoğunluk da bu şekilde gelmiş Kapadokya'ya. Bizim için de tecrübe senesi oldu bu sene.



Kayseri Havalimanı'na iniş yaptığımızda burada bizi bekleyen servisler vardı. Zaten kayıt olurken uçuşunuza göre servis saatlerini giriyorsunuz ve buna göre bir ayarlama yapılıyor. Neredeyse hiç beklemeden kitlerimizi almak ve otele yerleşmek için Ürgüp'e doğru yola çıktık. Yaklaşık 40-45 dakika sonra Ürgüp'te idik. Kitlerimizi almamız için geç saate kadar organizasyon dağıtıma devam etti. Zorunlu malzemeleri gösterip kitlerimizi aldık. Daha sonra servis bizi otelimize götürdü. 



Saat 00:00 civarı Dinler Otel'de idik. Seneye de kısmet olursa burada kalmayı düşünüyoruz. Çünkü otelden çok memnun kaldık. Yarış alanına yaklaşık 1 km uzaklıkta. Uykumuzu yeterince almamız gerekiyordu. O nedenle hemen yarış kıyafetlerimizi ve malzemelerimizi hazırlayıp uyuduk. Yarış sabahı koşuculara özel kahvaltı 05:00'te başlıyordu. Biz 38k koşacak olanların yarışı 10:00'da başlayacaktı. Ancak 119k ve 63k koşacak olanların yarışı sabah 07:00'de start alıyordu ve bizim otelde kalanların çoğu 63k ve 119k koşacak olanlarmış. Biz de saat 07:00 civarı hafif bir kahvaltı yapıp kıyafetlerimizi giyindik ve çantamızı hazırladık. 



Çantamızda neler vardı? Toplamda 6 adet jel aldık. 3 adet Semih ve 3 adet benim için. Her ikimizin de çantasında 1 litrelik su kabı vardı onları doldurduk. Semih ayrıca 250 ml lik su matarasını da doldurdu. Ben unuttuğum için dolduramadım ama olsaydı kramp problemim olduğu için magnezyumlu su yapacaktım. Bunu unutmak ile hata ettim. Ben 10 adet hurma aldım. Semih kendi payını da bana verdi :) 4 adet yara bandı aldım ancak almaktan ziyade ayak parmaklarımı kesinlikle bantlamam gerekirdi. Bunu ciddiye almadım ve hasar gördükten sonra 2.cp de bantlamak zorunda kaldım. Ama o saatten sonra hiçbir işe yaramadı maalesef. İkimiz de birer adet yağmurluk aldık, cep telefonlarımızı aldık ve start alanına doğru yola koyulduk. 



Alana geldiğimizde direkt Pt Akademi standına gidip biraz masaj yaptırdık. Benim calfimde Semih'in ise dizinde bir takım sıkıntılar olduğu için buradaki masaj iyi geldi. İbrahim'e ayrıca teşekkür ederiz yarış bittikten sonra da özellikle benimle çok güzel ilgilendi :) Daha sonra İzmir'den gelen canımız Murat ile buluştuk. Fotoğraf çekildik, ısındık, insanlarla son muhabbetlerimizi ettik, birbirimize başarılar diledik.  Semih daha hızlı koşacağı için ön tarafa doğru geçti. Geçerken de "Seni finishte bekliyor olacağım." dedi. 



Herkesin hedefleri farklı. Benim bu yarış için hedefim sadece bitirebilmek ve keyfini çıkarmaktı. Herhangi bir süre hedefim yoktu. Çünkü daha önce ne bu kadar uzun koşmuştum ne de bunun için yeterli miktarda trail antrenmanı yapmıştım. Salomon Running ve Columbia Montrail koşu grupları ile 4-5 kez trail antremanına gittik. Ancak yaptığımız antrenmanlar genellikle 15-20k civarı idi.



Yarıştan önce birçok insandan taktikler aldım. Herkes mesafe uzun olduğu ve ilk defa bu mesafeyi koşacağım için yokuş çıkarken yürümemi tavsiye etti. Tabi ki antrenmanlı olup koşarak yada jog atarak çıkanlar var. Ancak bu uzun trail koşularının en önemli kurallarından biri. Çünkü yokuşu koşarak çıkmaya çalışmak hem nabzımı yükseltecekti hem de enerjimi erken harcamama neden olacaktı. Yarışın sonlarına doğru fazlaca güce ihtiyacım olacaktı. Yarış başlamadan önce o kadar heyecanlıydım ki nabzım bir miktar yükselmişti bile. 



Saat tam 10:00'da start çizgisinden geçtik. İlk 100 metre Murat ile beraber çıktık. Ancak sakatlığından dolayı yavaş gitmesi gerekiyordu. Ben ondan koptum ve biraz hızlandım. Zaten yarış başladıktan hemen 200-300 mt sonra bir yokuş var. Yarışın başı olmasına rağmen birçok insan gibi burayı hızlı adımlarla yürümeyi tercih ettim. Ancak seneye bu ilk yokuşu yürümeyi düşünmüyorum. Çünkü bir km sonra dar bir patika var ve herkes tek sıra halinde gitmek zorunda kalıyor. Önünüzde fazla insan olunca da haliyle çok fazla zaman kaybediyorsunuz. Semih gibi start verilirken önlerde başlamak daha mantıklı.



Bahsettiğim patikaya çıktığınızda Kapadokya'da asfalttan çıkıp koşmayı beklediğiniz zemin ve doğal güzellikler başlamış oluyor. Ben yarışı kendi adıma 3'e böldüm. Aslında yarış kendi doğasında da üç parça dizayn edilmiş. 11.km İbrahimpaşa 1.cp noktası, 24km'de Göreme 2.cp noktası ve finishe kadar 14km süren asıl yarışın başladığı (zorlandığım ve acı çektiğim o muhteşem) son bölüm. İlk 11k gücüm yerinde, enerjim sağlam, karbonhidrat rezervlerim dopdolu, mükemmel bir şekilde etrafı izleye izleye keyif alarak koştum.



Aslında parkurun ilk bölümü tırmanış ağırlıklıydı ancak etrafınızda öyle bir güzellik var ki bir bakmışsınız 10 km bitmiş bile. 10 km'nin sonlarına doğru karşımıza köyün çocukları ve orada yaşayan insanlar çıkıyor ve alkışlıyorlarİlk check pointe geldiğimde hemen çantamdaki 1 litrelik su kabında azalan suyu tazeledim. Küçük bir muz parçası yedim. Jelimi içtim ve burada oyalanmadan çıktım. İlk bölüm benim için bitmişti. Kendimi resetledim ve sanki yarışa yeni başlıyor gibi başladım. 



Buradan sonra bir müddet daha çıkış vardı. Ondan sonrası 2.cp ye kadar uzun ve sert bir inişti. İniş nabız ve güç olarak sizi zorlamıyor ancak buradaki iniş o kadar sert ve dikti ki ayaklarıma çıkıştan daha çok zarar verdi diyebilirim. Yanlış ayakkabı seçimimden ve parmaklarımı bantlamamış olmamdan dolayı ayaklarım çok fazla darbe aldı. Göreme'ye 1 km kala kramp girdi ancak zaten yokuş olduğu için yürüdüm. Saat 13:30 da ikinci kontrol noktasına gelmiştim. 



Cp ye girer girmez gönüllülerden biri bana yardımcı oldu. İstasyonların içindeki imkanlar ve gönüllüler gerçekten çok iyiydi. 2.cp'de yaklaşık bir 15 dakika vakit geçirdim. Aslında fiziki yorgunluk açısından sıkıntım yoktu. Gücüm de vardı ama tırnaklarım çok feci durumdaydı. Korkarak çoraplarımı çıkardım. İki başparmağım da morarmıştı. Ayaklarım inişte sürekli öne gitti ve darbeden dolayı parmaklarıma zarar verdi. Bantladım ve çoraplarımı tekrar giydim. Biraz esneme yaptım çünkü son bölümde kramplar beni rahat bırakmayacağının sinyallerini vermişti. Bir şeyler yemem gerekiyordu ancak midem o kadar çok bulanıyordu ki ne jel içebildim ne hurma yiyebildim. Sadece soda içtim. 4-5 parça limon üzerine tuz ve çok az patates yedikten sonra biraz daha dinlenip çıktım. 



Burada dinlenirken Semih'e 2.cp de olduğumu, hiç yorulmadığımı ve son 14 km böyle devam edersem yarışı 5:30 saatte bitirebileceğimi yazdım. Ancak Semih bana son bölümün biraz daha sert olduğunu, kendisinin bile yürüdüğünü ve yorulursam çok kasmadan devam etmem gerektiğini vurgulayan aynı zamanda da moral veren bir mesaj yazdı. Sonra ne demek istediğini çok iyi anladım :) 



Son bölüm benim için tam bir faciaydı. 2.cp'den çıktıktan yaklaşık 2 km sonra kramp girdi. Ben koşmaya çalıştıkça kramplar ilerledi. Dizimin arka kısmına kadar ağrı yapmaya başladı ve artık koşamaz hale geldim. Son bölüm sert çıkış, teknik inişler şeklindeydi ve gerçekten zordu. Yokuş çıkarken zaten yürüyordum ancak inmek canımı o kadar acıtıyordu ki finishe kadar yokuş tırmanmaya razıydım. Bir kitapta okumuştum. Yapılan bir araştırmaya göre yarışı yarıda bırakanların %80'i yokuş inmeye dayanamadıkları için yarışı bıraktıklarını söylemişler. Ama ben zaten 2.cp'den çıkarken başıma bunların geleceğini biliyordum. Buna rağmen bırakmayı hiç düşünmedim. 



Koşmaya çalışıp acıdan ve kramplardan dolayı koşamayınca hırsımdan bir süre ağladım. Midem çok bulanıyordu. 2.cp'de yediklerim ile duruyordum. Ne jel içebildim ne de hurma yiyebildim. Sadece su içiyordum. Artık tırnaklarımda hissettiğim batma ve calfimin sertleşmesinden dolayı dizimin arkasındaki ağrı o kadar kötü durumdaydı ki yürümek bile bir insana bu kadar acı verebilirdi gerçekten. Son 4 km kalmıştı. Semih aradı. Onunla konuşurken de ağladım. Haliyle panik olmuş ve beni karşılamak için yola çıkmış. 38 km'yi bitirmiş ve yorgun olmasına rağmen son 2 km kala beni almaya gelmişti. Yarışın sonunu beraber koştuk. 



Son 1 km de desteklemek için bekleyen Bakiye Duran hocayı gördük. Herkesi tek tek karşılıyor ve moral veriyordu. Semih'e "Kapmışsın fıstık gibi kızı valla iyisin." deyip yüzümü güldürdü :) Sonra bir baktım finish tabelası, yanımda Semih, finishte Murat. Aklımda Yasemin ve Dilek'in acı geçecek ama bitirince kendinle gurur duyacaksın lafı. Telefonumda Selma’nın, Dilara’nın, Utku’nun, Murat’ın, Zeynep’in, Cem hocam’ın destek mesajları. Artık bitti dedim derin bir nefes aldım ve finishe gülerek girdim :)



Ve artık Cappadocia Ultra Trail 38k finisherıydım. Murat'a sarıldım ilk. Helal olsun sana dedi beni bir sarstı önce :) Sonra Semih geldi. "İnatçı keçi seninle gurur duyuyorum başkası olsa çoktan bırakırdı." dedi :) 



Sonuç olarak; kendimize bazı dersler çıkardık. Kesinlikle böyle uzun bir koşu için güzelce hazırlanmak gerekli. Parkur zor, mutlaka ki herkes zorlanıyor ancak parkurun koşulabilecek her yerinde koşup mutlu ve keyifli bir şekilde bitirebilmek çok önemli. Trail antrenmanı olarak çok fazla antrenman yapamadık ama çapraz antrenmanların da çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü şuan kas ağrım yoksa, ayaklarımdaki deformasyon dışında sağlıklı isem bunu yüzmeye borçluyum. Yüzmek kesinlikle beni fazlasıyla güçlendirdi. 



Ve son olarak şunu da söylemek istiyorum. Ne kadar yorulacağımı, acı çekeceğimi, ne derece fiziksel, ruhsal ve duygusal zorluklarla karşılaşacağımı bile bile cesaret ettim. Bunlara karşı yarıştım. Çünkü kendi sınırlarımı görmek istedim. Bunu yapmasaydım kendi sınırlarımı aşamazdım. Ne kadar uzun koşabileceğimi, ne kadar dayanıklı olduğumu bilemezdim. Nereye kadar sağlıklı kalabileceğimi de bilemezdim. Şimdi bunu biliyorum ve buna göre nasıl antrenman yapmam gerektiğini de biliyorum. Ben ne istediğini bilen, istedikleri ve hedefi doğrultusunda emek veren, acıya rağmen asla pes etmeyen ve bütün zorluklara meydan okuyan güçlü bir kadınım. Ben Sinem :) 

Seneye daha kalabalık bir kadro ile yine orada olacağız.

Okuduğunuz , vakit ayırdığınız için teşekkür ederim